9 Haziran 2009 Salı

KANSERİN ÇARESİ DENİZLERİN ALTINDA MI?

PROF. BELMA KONUKLUGİL, KANSERE KARŞI ETKEN MADDE BULMAK İÇİN EGE VE AKDENİZ SULARINDAKİ SÜNGER TÜRLERİNİ ARAŞTIRIYOR!

Denizler altında 20 bin eczane

Okyanus canlılarının düşmanlara karşı savunma, üreme, iletişim ve rekabet için salgıladıkları kimyasallar çaresi olmayan hastalıkların umudu! Belgesellerde izlediğimiz birbirinden renkli ve ilginç sualtı canlılarından elde edilen, biri kanser ilacı olmak üzere 4 ilaç geçen yıllarda piyasaya sürüldü. Yenileri yolda. Türkiye’de de süngerler üzerine çalışmalar sürüyor.


ÜRÜN DİRİER, urun.dirier@aktuel.com.tr


İnsanoğlunun hayal gücü sınırlarını zorlayacak kimyasal bileşikler üreten deniz canlıları, çaresi bulunamayan hastalıkların tedavisi için yeni birer hazine kaynağı! Günümüzde pek çok hastalığın tedavisi bulunsa da, HIV ve viral hepatit gibi virüslerin neden olduğu hastalıklara, ağır mantar hastalıklarına, bazı kanser türlerine ve kalp-damar bozuklukları gibi hastalıklara hala bir çare, kesin şifa veren bir ilaç bulunamadı. Okyanusların henüz çok fazla araştırılmamış, gizemli ve karanlık derinlikleri ise tıbba ışık tutuyor. Okyanuslardaki canlı çeşitliliği ve bu çeşitliliğin ürünü olan milyonlarca farklı kimyasal bileşik farmakologların yeni gözdesi! Pasifik’in, Hint Okyanusu’nun, Karayip sularının, Akdeniz’in, Adriyatik’in vs… binlerce metre derinliklerinde yaşayan canlılar ilaç yapımında kullanılmak üzere yoğun bir şekilde araştırılıyor. Bu araştırmalar özellikle mercan resifleri, algler, süngerler, yumuşakçalar, kabuklular, deniz ejderleri, deniz ısırganları, tunikatlar ve ekinodermler gibi yavaş hareket eden ve hareketsiz canlılar üzerine yoğunlaşmış durumda.

Hareket yoksa bereket var

Çünkü hareket kabiliyetleri sınırlı olan bu canlılar yaşamlarını sürdürebilmek için çok çeşitli kimyasallar salgılamak zorundalar. Düşman saldırılarına karşı savunma, beslenme, iletişim, üreme ve rekabet amacıyla salgıladıkları bu kimyasallar suda seyreltik halde bile çok etkili! İşte bu nedenle bu bereketli kimyasallar ilaç yapımı için umut vaad veriyor. 90’lı yıllarda önem kazanan ve son yıllarda yoğunlaşan ‘deniz canlılarından tıbbi amaçlı bileşik eldesi’ çalışmaları Avustralya, Kanada, Japonya, ABD, Kore, Mısır, Avrupa ülkeleri ve daha dünyanın pek çok yerinde hızla sürüyor. Bu konuda en yoğun araştırma yapan kurumlardan Avustralya Harbor Branch Oşinografi Enstitüsü’nden bir ekip, yıl boyunca deniz altıyla gezerek yeni canlı türleri arıyor. Amerika Ulusal Kanser Enstitüsü, araştırmacılara ciddi yardımlarda bulunuyor ve sponsor oluyor. Ancak tüm bu hıza ve yoğunluğa karşın şimdiye dek yalnızca dört ilaç piyasaya sunulmuş durumda.

Piyasada 4 ilaç var

Bunlardan ilki 2007 yılında satışı başlayan, piyasada Yondelis ismiyle bulunan bir kanser ilacı. Tunikatlardan yani tulumlu deniz canlılarından elde edilmiş. Bir gramı için bir ton tunikat gerekiyor. İkincisi, 2004 yılında Prialt adıyla piyasaya sunulan ve bir salyangozdan elde edilen ilaç. Prialt morfinden çok daha etkili ve yan etki oluşturmuyor, nöropatik ağrılarda ve iltihap giderici olarak kullanılıyor. Üçüncüsü ise bir anti aging kremi. Ünlü bir kozmetik firması tarafından 2000 yılında Resilience Lift adıyla piyasaya sunulan, ‘pseudopterogargia elisabethae’ adlı bir yumuşak mercan türünden üretilen bir krem. Sonuncu olarak da bir sünger türünden elde edilen ve iltihap önleyici etki gösteren ve 2004’de satışı başlayan ‘manoalide’ adlı bileşiği ilaç piyasasına girmiş deniz kaynaklı ürünlere örnek olarak verebiliriz. Bunların yanı sıra sitotoksik (tümöre karşı hücre zeyirleyici), antibiyotik, anti kanser, anti viral, iltihap giderici ve yara iyileştirici etkileri, Alzheimer, şizofreni, Parkinson ve astıma karşı etkinlikleri saptanmış, piyasaya sürülmek üzere klinik testlerinin son aşamasında olan onlarca deniz canlısı var. Deniz canlılarından elde edilen bileşik sayısı her yıl yüzde 10 artıyor. Ancak bunlar hemen ilaç olarak piyasaya sunulamıyor çünkü bu bileşiklerin çoğu yararlarının yanı sıra zararlı etkilere de sahip.

Kansere karşı Türkiye süngerleri araştırılıyor

Esas konumuza gelelim, Türkiye’de de kansere karşı etkili deniz canlısı bulma konusunda çalışan bir akademisyenimiz var. Ankara Üniversite Eczacılık Fakültesi’nden Prof. Dr. Belma Konuklugil. 2005 yılında TÜBİTAK’ın desteğinde, Almanya Düseldorf Farmasötik Biyoloji ve Biyoteknoloji Enstitüsü ile ortak bir projeye başlayan Prof. Konuklugil, ‘ülkemizde yaşayan süngerler ve bunlardaki etken biyoaktif maddelerin ortaya çıkarılması’ üzerine çalışıyor. Şimdiye kadar Akdeniz ve Ege sularından 40 sünger türü çıkarılmış. Çıkarılan süngerler teşhis için Hollanda Zooloji Müzesi’ne gönderiliyor. Amaç sitotoksik etki gösteren ve kansere karşı kullanılabilecek süngerleri bulabilmek. Şimdiye kadar çok önemli bir bulguya rastlanamamış ama çalışmalar sürüyor. Haziran ayında TÜBİTAK projesinin biteceğini belirten Prof. Konuklugil, “Çalışmamız için AB’ye başvurduk. Büyük ihtimalle Haziran’dan sonra AB fonuyla araştırmalarımızı sürdüreceğiz. En büyük amacımız deniz kıyısında bir laboratuarımızın olması. Çalışmalarımız daha da kolaylaşır” diyor. Bilim dünyasının su altına yönelmesinin nedenini “Çünkü okyanuslarda karadakine kıyasla çok daha fazla canlı, haliyle de kimyasal bileşik bulunuyor. Karada 17 temel canlı türü varken, bu sayı denizde 32 adet” diyerek açıklayan Prof. Konuklugil, tıbbi amaçlı bileşik eldesi için şimdiye kadar denizlerden yaklaşık 10 bin canlı türü izole edildiğini belirtiyor. Prof. Konuklugil çalışmalarına süngerler üzerinde başlamalarının nedenini ise şöyle anlatıyor;

Süngerin silahı hücre öldürücü

“Üzerinde araştırma yapılmış sünger türlerinin yüzde 10’undan fazlası hücreyi zehirleyici (sitotoksik) özellik göstermiş. Süngerler savunma amaçlı sitotoksik etki geliştiriyorlar. Bu da yeni ilaçların üretimi için umut verici olarak kabul edilebilir. Deniz canlıları üzerine ilk çalışmalar tek tük de olsa 1950’lere kadar gidiyor aslında. 1950’lerde Karayip denizinden çıkarılan bir sünger türünden elde edilen spongouridine ve spongothymidine adlı bileşikler deniz canlılarından elde edilen ilk bileşikler olmuş. Bu bileşikler uçuğa karşı kullanılan ‘adenine arabinosid’ adlı maddenin ve lösemi tedavisinde kullanılan ‘cytosine arabinosid’ adlı maddenin sentezi (canlıdan taklid ederek elde edilen bileşik) için model oluşturmuş.”

Bioprospecting (türlerin genetik ve kimyasal özellikleri açısından araştırılması) alışılmadık, yeni bir şeyler keşfetmek için en iyi yöntem Prof. Konuklugil’e göre. Çünkü yeni türler ve yeni cinsler genellikle beraberinde yeni tip kimyasal maddeler ve kimyasal etkiler getiriyor. Hatta daha önce keşfedilmemiş türlerin, insanlarda hastalık yapabilecek mikroorganizmalara karşı etkili olabileceği düşünülüyor. Prof. Konuklugil, sular altında bulunan ve araştırmaları süren bileşiklere şu örnekleri veriyor:

Araştırmalar on yıllarca sürüyor

“1971 yılında William R. Kem, Berdard C. Abbott ve Robert M. Coates adlı ABD’li araştırmacıların yapısını açıkladığı ‘anabazin’ adlı bir bileşik, bir tür deniz solucanından elde edilen nörotoksik (sinir sistemine hasar verici) bir bileşikti. 1987 yılında bu yapıdaki bileşiklerin Alzheimer ve Parkinson tedavisinde etkili olduğu anlaşılıncaya kadar bu bileşikle ilgili araştırmalar ilerletilmedi. Daha sonra yapılan çalışmalar sonucunda Alzheimer tedavisi için klinik çalışmaları başlatıldı. 2006 yılında hastalar üzerinde denenme aşamasına gelindi. Bunun yanında hiperaktivite bozukluğu olan hastalarda kullanılmasıyla ilgili incelemeler de başlatıldı. Ayrıca bu bileşiğin şizofreni tedavisiyle ilgili olarak klinik çalışmaları da devam ediyor. Hawai’den Hendrik Luesch de 2000 yılında mavi-yeşil alglerin bir türü olan ‘lyngbya majuscula’dan ‘depsipeptit lyngbyabellin A’ adlı yeni bir bileşik elde edip yapısını çözerek sitotoksik etki gösterdiğini belirledi. Denizde yaşayan ‘zopfiella marina’ adlı mikroorganizmadan mantara karşı etkili bir madde olan ‘zofimarin’ elde edildi. Bir diğer kansere karşı etkili bileşikse Brysopsis cinsi yeşil alglerden elde edilmiş olan ‘kahalaide F’. Üzerinde klinik çalışmalar yapılan deniz kaynaklı ürünlere başka bir örnek de ‘discodermia’ cinsi süngerden elde edilen ‘discodermolide’ adlı bir bileşik. Bu bileşik gösterdiği bağışıklık sistemini baskılayıcı etki ve sitotoksik etki nedeniyle kanser tedavisinde kullanılmak üzere araştırılıyor. Bunlar gibi umut verici birçok bileşik yakında üretilecektir.”

Hiç yorum yok: